Dr. Fuat Ali Örsan
Dr. Fuat Âli Bey babamın babası,
yani benim büyükbabamdır. 1872 – 1951 yıları arasında yaşadı. Ben 10 yaşındayken,
1951’de 79 yaşında öldü. Büyükbabamı çok iyi hatırlıyorum. Çok iyi hatırladığım
3 sahne var; Bakırköy’de İstasyon Caddesi üzerindeki evin içindeki hali, o evin
küçük arka bahçesinde arılarla uğraşırken görüntüsü ve Terkos’ta beni
Şimendifere bindirdiği zamanki hali.
Büyükbabamın çok iyi bir insan
olduğu muhakkak. Bir de belirtmek isteğim şey şu: Büyükbabam devamlı kitap
yazardı. Yazdıkları Arıcılık, Tavukçuluk ve sebzecilikle ilgili idi. Kitapları
Türkiye’de çok tanınmıştı. Öylesine tanınmıştı ki o 1951’de öldükten sonra da
senelerce satmaya devam etti. Ailesi büyükbabamın kitaplarından menfaat
sağlamayı hiç düşünmedi. Yayınevi kitaplarını yıllarca basmaya ve dağıtmaya
devam etti. Bu durum bizi çok mutlu etti. Hala satıyor. Bugün dahi Google‘da
Fuat Ali Örsan ismini ararsanız satılmakta olan kitaplarına rastlarsınız. Çok
hoş bir şey bu. Hatta son yıllarda bir defa işportada kitaplarına rastladım ve
hemen satın aldım.
Büyükbabamı Rasin Ağabeyim
herhalde hepimizden daha iyi tanıyor. Bu nedenle Dr. Fuat Âli Bey hakkında
yazdıklarını ağabeyimin “Kaybolan Bakırköy” adlı kitabından aktarıyorum.
........Dr. Fuat Ali bey ise,
Batı Rumeli Ordularının umumi ricati boyunca vazifesine devam etmektedir. Hem
cerrahlık yapıyor, hem de bir gözü İstanbul yollarındaki karısında,
çocuklarında. Sahra hastahanesi düşman ateşi altına düşmüştür. Doktor binbaşı
yine çalışıyor, yaralı mehmetciklere bakıyor, kesilecek ne varsa kesiyor.
Morfin bitmiştir. Dr. Fuat Ali bey yine kesiyor. Hastahaneyi geri hatlara
taşıyorlar. O yine kesiyor, diyagnoz yapıyor, teselli ediyor.
O kargaşalıkta İstanbul'dan bir
paşa gelmiş. Mirliva Fevzi Paşa isminde genç bir kumandan. Panik içinde
çekilmekte olan kuvvetleri derlemiş toplamış, yeni mevzilere yerleştirmiş.
Tepelere makineli tüfekler koydurmuş. Bir de bakmışlar ki cephe stabilize
olmuş. Düşman taarruzu durdurulmuş. Sırplar Fevzi Paşa karşısında takılıp
kalmışlar.
Babamın babası bu bölgesel
başarıyı bize anlatırken "Mareşal Fevzi Çakmak iyi bir askerdir.
Gözlerimle gördüm, bizi kurtardı, moralimizi yükseltti." derdi.
Ve sonrası;
Ailemizin yine talihi varmış. Dr.
Fuat Ali bey, İclal hanım ve çocukları İstanbul'a ulaşıyorlar. İmparatorluğun
başşehri karınca yuvası gibi insan kaynıyor. Makedonya'dan kaçmaya muvaffak
olan mültecileri oraya buraya yerleştirmek için Şehreminliği, Nafıa Vekaleti,
Babıali Hükümeti akla karayı seçiyorlar. Yeşilköy'deki baba konağı sağ olsun.
Bizim aile oraya taşınıyor. Üçüncü kızları Samiye doğuyor. '
Balkan Harbinin akabinde Operatör
Doktor Cemil Topuzlu İstanbul Şehremini olmuş ve bir türlü rahat yüzü görmeyen
şehrimize biraz çekidüzen vermiş. Dr. Cemil Topuzlu Dr. Fuat Ali beyden beş yaş
büyüktür. O da askeri doktordur. Generalliğe kadar yükselmiş, Tıbbiye'de
profesörlük yapmıştır. Dr. Fuat Ali beyi pek severmiş. Genç arkadaşını yanına
asistan alıyor. Bir müddet beraber çalışıyorlar.
Birinci Dünya Savaşında babamın
babası yine cepheden cepheye koşuyor. Bu sefer Sarıkamış, Gelibolu, Suriye...
Ama ailesini beraberinde götürmüyor, onları İstanbul'dan ayırmıyor. Enver
Paşanın dillere destan Sarıkamış seferinden öyle perişan bir vaziyette dönmüş
ki evdekiler kendisini tanıyamamışlar...
Milli Mücadelede Dr. Fuat Ali
beyi Ankara Askeri Hastahanesinde yine görev başında görüyoruz. O zaman
kaymakam, yani yarbay rütbesinde bir tabip. Cephelerde, geri hatlarda akla
gelebilecek her türlü mahrumiyete rağmen ameliyat yapan, mehmetciklerin
hayatını kur- taran veya son uykularında onların gözlerini kapayan, sulh zamanı
ordu birlikleri ile vatanın en ücra kasabalarına, köylerine kadar bölge halkını
tedavi eden o cefakar, gözü pek Türk doktorlarından biri...
Büyük Zaferden sonra Dr. Fuat Ali
bey ordudan ayrılıyor. Ziraatçilik, arıcılık. tavukçuluk onun asli mes1eğinin
yanı sıra en çok merak bağladığı. uzman kesildiği konular. Arı besliyor. makaleler
yazıyor. kitaplar neşrediyor...
Önce Halkalı Ziraat Mektebinde
hocalık. arkadan Ankara Ziraat Fakültesinde öğretim üyeliği. Gazi'ye tavsiye
ediyorlar. Atamız doktora Gazi Orman çiftliğinde "Sanayi-i Ziraiye
mütehassısı" olarak vazife veriyor.
Görevi Avrupa'daki firmalarla,
fabrikalarla temas kurarak çiftliğin ihtiyacı olan zirai alet ve edevatı temin
etmek. O durumda bir mütehassıs isterse hükümetlerden, satıcı şirketlerden
kolaylıkla kendine komisyon koparır, küpünü doldurur, zenginin zengini olur.
Hayır! Dr. Fuat Ali bey yapmıyor.
Öyle şeylere tenezzül etmiyor. Öyle dalaverelere aklı ermiyor. Onun kırk para
kabul etmemesi hayretlere mucip oluyor. Ankara'da arsaların dönüm dönüm yağma
edildiği günler... Rasin Ağabeyimin anlattıkları:
Annemle babam o yıllarda İzmir'de
sinemaya gitmişler. Aktüalite filmler gösterilirken Gazi Orman Çiftliği perdeye
gelmiş. Gazi Hazretleri teftişte. Geride de Dr. Fuat Ali bey kendine has bir
şekilde parmaklarını önünde uç uca getirmiş. saygı ile Cumhurbaşkanını takip ediyor.
Annem de. babam da pek
heyecanlanmışlar. Bizim peder "Ah babacığım." diye ağlamaya başlamış.
Annem de "Madem ki onu bu kadar seviyorsun. niçin hiç aramaz
sormazsın" diye taşı gediğine koymuş.
Benim çocuk1uğumda;
Ben hayata tanık o1maya
başladığım senelerde babamın babası ailesini Bakırköy'e yerleştirmişti. Bir ara
bizim evin en üst katında bile oturdular. Fakat orası dar geldi ve Domuzdamına
taşındılar.
Babamın babası arasıra Bakırköy'e
gelir. beni de sevinçten deli ederdi. Fakat çok kalmaz giderdi. Memleketin dört
bucağında belediye tabipliği. fabrika doktorluğu yapar. yanısıra da ziraatle
meşgul olur. arı yetiştirirdi. Bulunduğu yerlerde onu "Arıcı Fuat bey'
diye tanırlar, severlerdi.
Edremit, Havran, Terkos...
Dr. Fuat Ali bey durmadan
istirahat almadan, tatil yapmadan çalışır, çalışırdı. Doktorluktan. arıcılıktan
kazandığı mütevazi gelirini de kendine hiçbir pay ayırmadan: karısına
gönderirdi. Bizi pek özlediği zaman da kalkar gelirdi. Zannederim yalnız başına
biraz uzaklarda yaşamayı kendi de tercih ediyordu.
Ben babamın babasının ge1mesini
iple çekerdim. Küçük yaşıma rağmen onun ne kadar enteresan bir adam olduğunu
idrak ediyordum. Edremit'ten. Havran'dan bana bal getirirdi. Kendi arılarının
ballarını. Benim sıhhatimle yakından ilgilenirdi. Ama öyle dangıl dungul. cart
curt ederek konuşmaz. çocuk psikolojisini anlayan bir kafa ile tavsiyelerde
bulunurdu.
Tekaüdiye. emeklilik ne demek?
Fedakar Dr. Fuat Ali bey hayatının son yıllarına kadar. hastalanıp yatağa
düşünceye kadar. "Aileme bakacağım, onları rahat ettireceğim" diye
çalıştı durdu. Son vazifesi İstanbul'un su ihtiyacına cevap veren Terkos
Fabrikasının doktorluğu idi. Ben o zamanlar Douglas bıyıklı tığ gibi bir
delikanlı. Edirnekapı'dan otobüse biner, üç saatte tıngır mıngır Terkos'a giderdim.
Benim 75 yaşındaki babamın babası orada tek başına iki odalı bir dairede
oturur, bir odada hastalarını muayene eder, öbür odada da saç sobanın üstünde
kuru fasülye pişirirdi.
Sonra hastalanıp bütünlüğüne
karısının yanına döndü. O zamanlar Bakırköy çarşısında bir evin üst katında
oturuyorlardı. Karnından sarkan lastik bir boru bir ufak şişeye bağlanmıştı.
İdrarı o şişede toplanırdı. O hali ile sokağa bakan odanın "funksiyonalizm"
stili vişne rengi koltuğuna çöker, kucağında kağıt kalem, yazar da yazardı.
Elinin altındaki İngilizce, Almanca ziraat kitaplarını lügata ihtiyaç durmadan
rahat okur, notlar alırdı. Neşrettiği "Pratik Ancılık", "Pratik
Tavukçuluk" kitapları bugün dahi rağbettedir.
Dr. Fuat Âli beye ait fıkralar:
Rahmetli çok iyi kalpli ve o
nisbette de -nur içinde yatsın- çok küfürbaz bir zat idi (O babta ben de bir
nebzecik babamın babasına çekmişim). Ziraat Fakültesindeki talebeleri, bu arada
Hasan Doruk (Belgin Doruk'un babası), Celal Ertüzün (Türk Dil Kurumu azası
Ahmet Cevat Emre'nin damadı) ve diğer talebeleri Doktorun bu hususiyetinden
dolayı ondan kendi aralarında "Doktor Hayrullah bey" diye
bahsederlermiş. Doktor Hayrullah bey Reşat Nuri'nin "Çalıkuşu"
romanında pek renkli ve sempatik bir askeri tabiptir. Durmamacasına küfür eder,
askerlerinden "Benim ayıcıklarım" diye bahseder.
Ben küçükken babamın babası beni
çağırır: - Gel buraya, pezevenk, derdi. Ben de çocuk ağzımla:
- Sensin pezevenk, diye karşılık
verirdim.
Babamın babası bu karşı iltifatı
işitince ağzı kulaklarına varır, yelek cebinden beş kuruş çıkarıp bana
uzatırdı.
Bir gün eve geliyor. Kızları
Celile, Samiye, gelini Piraye oturma odasında sohbet ediyorlar.
- Çocuklar, diyor. Bir kutu pünez
almak istiyordum ama türkçesi bir türlü aklıma gelmedi. Nedir o hani, parmakla
bastırınca kağıdı duvara tutturursunuz? Çokbilmiş geçinen Piraye derhal
atılıyor:
- Raptiye.
Doktor Fuat Ali bey kah, kah kah:
- Kıçımı ye hap diye
Bir zamanlar Bakırköy'ü bir topaç
merakı sarmıştı. Her çocuğun elinde bir topaç, çevirip duruyordu. Ben de topaç
çevirmek istiyorum ama küçüğüm, beceremiyorum.
Babamın babası beni elimden
tuttu. Gidip aktar Gevont' tan iki tane topaç aldık. Ama çevirmesini o da
bilmiyor. Eve dönerken baktık, Rum Kilisesinin avlusunda Rum kopilleri
toplanmış, topaç çeviriyorlar. Doktor önde, ben arkada girdik kiliseden içeri.
Dr. Fuat Ali bey orada avlunun çimento zemininde çocuklardan topaç çevirmesini
öğrendi. Çıktık dışarı. Bu sefer karşıdaki Ermeni Kilisesinin kaldırımına
gittik. Orası da çimento. Orada babamın babası bana da topaç çevirmesini
öğretti. Sevine sevine eve döndük.
Annemle babam 1929 da İzmir'de.
iken Doktor ziyarete gelmiş. "Piraye, kızım, gidelim de bana bir, takım
elbise alalım" demiş. Atlı tramvaya binip "Saman İskelesi"ne
varmışlar. Elbise seçecekler. Annem daha 19 yaşında gencecik bir kadın. O aklı
ile kayınpederine en münasip. en gösterişli bir kıyafet olarak lacivert bir
takım elbise beğenmiş. Aylar sonra İclal hanımdan" Celile'den, Samiye'den
annelerine yan şaka bir sitem:
- Piraye, bu adama lacivert
elbise nasıl aldın? Üstü başı leke içinde... Yağlar, salçalar, toz, kir ne
istersen var. Niçin ona kullanışlı, leke götürecek bir kumaş seçmedin a kızım?
Bir seferinde de Dr. Fuat Ali bey
Bursa'da bir çift yeni ayakkabı satın almış. Sağı iyi gelmiş ama solu biraz
vuruyor. Rahmetli doktor hayatta böyle problemleri kendine dert edinmeyecek
kadar olgun insandı. Galiba fazla 0lgundu. Neden mi? Eski kullanılmış
ayakkabılarından. birini sol ayağına geçirmiş. Sağ ayağına da yeni aldığı gıcır
gıcır ayakkabıyı giymiş. O kılıkta kalkıp Bursa'dan İstanbul'a gelmiş.
Babaannem her şeyden evvel
pısırık bir kadın değildi. ,', "Evet efendim. siz bilirsiniz efendim"
demez. Fransa .- ihtilalinin Marian'ı (Marianne) gibi hemen bayrakları açardı.
Onun bu huyunu iyi bilen kocası da ona muziplik etmekten geri kalmazdı.
Domuzdamı'nda otururlarken bir
gün doktor gelip gelinine fısıldar:
- Piraye. git hanıma çıtlat.
"Fuat babam bir iş yapıp çok para kazanmış. Şimdi içerde paralarını
sayıyor. Bana da para ister misin diye sordu" de. Bakalım sonra neler
olacak?
İclal hanım mutfakta. kocasına
ikram, "Manastır tatlısı" yapmakta. (Bir çeşit iri taneli revani).
Piraye'nin ağzından "para" kelimesini duyar duymaz kayınvalde
elindeki yumurtaları. oklavayı olduğu gibi masaya bırakmış. Elinin yağını.
hamurunu bile silmeden doğru oturma odasına:
- Fuat bey. nerede o paralar?
Çabuk çıkar. Acele lazım. Alış verişe gideceğim. Çabuk ol. çabuk ol.
Fuat bey kasıklarını tutarak
gülüyor:
- Dertsiz başıma bu derdi kendim
sardım. Şimdi işin içinden nasıl çıkacağım. diye. müdafaanamesini hazırlıyor.
bu arada da zevkten bitiyormuş.
Çok alçakgönüllü bir insan idi
babamın babası. Kendinden hiç bahsetmez, bahsetse bile alaylı bir şekilde
konuşurdu. Ender hallerde Tıbbiye'de, Balkan Harbinde, İstiklal Savaşında
başından geçenleri kısaca anlatırdı.
Tıp Fakültesinde iken bakmış ki
üzerinde çalışabileceği, otopsi yapabileceği ceset kalmamış. Bir arkadaşı ile
Topkapı haricine çıkıp bir mezarlıktan bir bacak bulmuşlar. Topkapı-Bahçekapı
tramvayına atlayıp Beyazıt'a okula dönüyorlar. Bacağı da paket yapıp
oturdukları sıranın üstündeki rafa yerleştirmişler.
Tramvay Fındıkzade'deki keskin
virajı alırken paket aralanmış. Paketten çıkmış dışarı bir başparmak. Fuat efendi
ile arkadaşı telaşla pakete çullanmışlar. Diğer yolcular "Ne oluyor bu
gençlere? Nerede bizim zamanımızdaki uslu efendi gençler" diye basmakalıp
nakarata geçmeden bizim ahbap çavuşlar paketi raftan indirip üstünü örtmüşler.
Çaktırmadan durumu idare etmişler.
- Sakarya'da siperleri dolaşırken
bir şarapnel patlamış.
Avcı boy çukurunun toprak
duvarına dayanmış bir er "Aaaa, benim kalbim koptu!" demiş ve der
demez oracığa düşüp ölmüş.
Ben daha doğmadan önce Dr. Fuat
Ali bey iki sene kadar Hamburg'a gidip oturmuş. Orada bir Alman kadınını metres
edinmiş. Bravo! Keşke iki tane edinse idi. İclal hanım işin o faslına pek
kızar, kinayeli konuşurdu. Ama doktor Hamburg'dan vapurla İstanbul'a dönerken
bir sandık dolusu porselen tabak çanak getirip böyle şeylere pek düşkün olan
karısının gönlünü almış.
Dr. Fuat Ali bey giyinişi ile,
hal ve tavrı ile felsefede "Epikürien" ekolüne uyan bir kafa yapısına
sahip olduğunu gösteriyordu, insanlann kılık kıyafetine aldınş etmez,
kafalarında olup bitenlere ehemmiyet verirdi. Boş laflara, hurafeye kulak
asmaz, böyle şeyler iddia edenlere küfürü basardı.
Ölümden korkmaz,
"Yaşadığımız sürece ölüm bizden uzaktır. Ölüm gelip çattığında da
yaşamıyoruz demektir. Bu iş bu kadar basittir” der geçerdi. Hayatı boyunca da
müsbet birşeyler yapabilmek, ailesine, içinde yaşadığı topluma bir şeyler
bırakabilmek için çırpındı durdu. Ve kendi mütevazi koşulları içinde pekala
başarılı da oldu. |